Belediye başkanlığı seçimlerinin yapılmasına neredeyse bir ay süre kaldı.

Belediye başkanlığına aday olanlarla, aday oldukları partilerin çalışan ve gönüllüleri her yere ulaşmaya, her seçmenin elini sıkmaya çalışıyorlar. Bu insanlar için artık yemek ve uyku düzeni diye bir şey kalmamış oluyor.

Her görüştükleri seçmenden kendileri, mahalleri, sivil toplumları için birçok istek ve talepleri olmakta. Bu seçmenlerin az bir kısmı da şehirlerinin geneli ilgilendire, bu günkü ve yarın oluşabilecek sorunlar için talep ve çözüm istekleri oluyor.

Hâlbuki ister belediye başkanları, isterse il genel meçlisi, isterse de muhtarlar olsun bu yapıların görev ve yetkileri kanunlarla belirlenmiştir. Kendileri aday olmadan önce zaten bunları okumuş, ezberlemiş olmaları lazım. Bu makamlardan asli görevleri için talepte bulunmak ne kadar doğru olabilir ki? Doğru olanı, seçildikleri takdirde asli görevlerini yerine getirip getirmediklerini, bir seçmen olarak hesap sora biliriz. Çünkü Demokrasilerde her vatandaşın hesap sorabilme hakkı, her makamında hesap verme yükümlülüğü vardır.

Fakat neredeyse hepimizin unuttuğu bir şey var. “ Demokrasiler, haklar ve yükümlülükler üzerine kurguludur”. Vatandaş olarak bizlerin bu makamlardan alacağımız haklar olduğu kadar, vatandaşlar olarak bizlerinde bu makamlara karşı yükümlülüklerimiz vardır.

Bu makamlara aday olanlarla kurulan iletişimlere dikkat ediyorum, hep bu kişilerden olan taleplerimizi iletiyoruz. Çok merek ediyorum? Acaba kaç belediye başkan adayına ve seçimle gelen yerlerin adaylarına bizden vatandaş, üye olarak talepleri nedir diye hiç soruyor muyuz? Seçilirlerse bizden istekleri ne olacak diye hiç merak ediyor muyuz?

Günlük hayatta kurduğumuz iletişim hatalarını seçimlerde de adaylara karşı sürdürmeye devam ediyoruz. Tek taraflı iletişim hatamızı. Mademki demokrasilerde vatandaşın hakları ve yükümlülükleri vardır. Mademki demokrasilerde hesap verebilirlik vardır. Katılım vardır. O, halde seçimle gelenlere bizim beklentimizi ilettiğimiz kadar, onlarında bizden taleplerini sorup, öğrenmek zorundayız.

Doğru iletişim tek kanaldan yapılan iletişim değildir. Adayların seçildikten sonra yapacakları görevlerinin belli olduğunu söylemiştik. Ve ilginç olan şey hepimiz bu makamların görevlerinin ne olduğunu da biliyoruz. Ama denetlemiyoruz. Daha ilginç olanı ise hepimiz haklarımızı bildiğimiz kadar yükümlüklerimizi de biliyoruz. Ama yerine getirmiyoruz. Örneğin, yerlerde çöpleri gördüğümüzde belediyelere kızıyoruz. Ne hikmetse yerlere çöp atmaya devam ediyoruz. Atanları uyarmıyoruz. Kar yağdığında evimizin, yolun bize olan hududundaki kaldırımların karlarını temizlemiyoruz. Soğuk rüzgârlar olan poyraz ve karayel estiğinde otobüs duraklarının kenarındaki rüzgâr kesen camların olmamasına kızıyor. Ama kıranları uyarmıyor ve şikâyet etmiyoruz.

Ben yirmi bir yaşındayken, zamanın Cumhurbaşkanlığını temsil eden Cumhurbaşkanı televizyonda, şöyle bir şey söylemişti hiç unutmuyorum; “ Bir Japon dostum bana söyle söyledi. Biliyor musunuz? Toplumsal olarak sizinle bizim aramızda ki en büyük fark, Biz Japonlar önce devlete karşı sorumluluklarımızı yerine getirir. Sonra devletten görevlerini isteriz.”

İşte geçen zaman ve Japonya’nın geldiği nokta bu ve bizlerin geldiği nokta da budur. Toplumları kalkındıran sadece yöneticilerin aldığı doğru kararlar değildir. Toplumları kalkındıran belki de bu kadar önemli olan ikinci şeyde, halkın yönetime katılmasıdır. Biz yalnız yönetime katılmayı sadece karar alma olarak algılıyoruz. Vatandaş olarak yönetime sadece karar alıcı olarak katılırsak yönetimin aldığı kararları kim hayata geçirecek?

Bence bu seçim şehrimiz tüm ülkeye örnek olsun. Belediye başkanlığı ve yerel yönetim adaylarına bildiğimiz kanuni ödevlerini değil, bunların dışında neler yapabileceklerini ve bizden istediklerini soralım.

* Saygılarımla. A. Tufan Güven