Hayat, insanlarla örülmüş uzun bir yolculukmuş. Doğduğumuz andan itibaren bizi büyüten, şekillendiren, kimi zaman sarsan, kimi zaman da sarıp sarmalayan ilişkilerin içinde var olurmuşuz.
Yaşamın anlamını sadece kendi içimizde ararsak, aradığımız yaşam, aslında eksik kalmış bir ömür olur. Çünkü insan, diğer insanlarla temas ettikçe kendini keşfetmez mi? Zaten, hayatın en derin derslerini başkaları aracılığıyla öğrenmiyor muyuz?
Farkında mıyız? Hayatımıza giren her insan bizde bir iz bırakıyor. Kimilerinin izler belirgin, kimilerinin ki, silik görünür ama her biri mutlaka ruhumuzun haritasında bir noktaya denk gelir. Bazı insanlar, hayatımıza bir yaz günü gibi girer; sıcak, neşeli, canlı. Bu insanla ilişkimiz kısa sürse bile hatırası uzun yıllar içimizi ısıtır. Bazıları ise bir kış gibi gelir; serttir, zorludur ama sonunda bizi daha dayanıklı kılar. Kiminin gelişi bir armağandır, kiminin gidişi bir ders. Ama çoğu zaman, bu derslerin anlamını yıllar sonra anlarız.
Gençliğimizde dostlukların ve ilişkilerin hep süreceğini sanırdık. Zamanın geçmeyeceğini, yolların hiç ayrılmayacağını düşünürdük. Oysa hayat sabırlı ama inatçı bir öğretmemiş; bize, hiçbir şeyin kalıcı olmadığını yavaş yavaş göstermedi mi? Dostluklar, aşklar, yakınlıklar… Hepsi değişir, dönüşür, bazıları sessizce biter. Çoğu zaman bunun tam olarak neden olduğunu bile anlayamayız. Bazen, büyük kavgalar olmadan da uzaklaşmaz mı insanlar birbirinden. Ortada kırgınlıklar olmasa da yolları ayrılmaz mı? Bunun nedeni hayatın akmaya devam etmesi, bizdeki değişikliklerin oluşması sonucunda yeni önceliklerin oluşması ve eski önceliklerin kendi arasında yer değiştirmesi midir?
İlişkilerin sonlanması çoğu zaman bir acı bir kayıp gibi acı verir insana. Ama biraz durup düşününce fark ederiz ki, biten her ilişki aslında bize bir öğreti bırakmıştır. Acılarla yaşamayı da öğretmiştir. Sadece bu kadar mı? Hayır. Belki sabrı, belki affetmeyi, belki de kendimizi korumayı da öğretmiştir kim bilir. Birinin gidişiyle içimizde doğan sessizlik, kimi zaman en yüksek sesli öğretmen olur. Ve zamanla şunu da öğreniriz: İnsanlar hayatımıza sadece eşlik etmek için değil, bizi dönüştürmek için de girmezler mi?
İsin en ilginç yanı; iletişim içinde olduğumuz insanların yalnızca bize karşımızdakini değil, kendimizi de görme şansı vermez mi? Bir dostluğun içinde neye inandığımızı, bir hayal kırıklığının içinde sınırlarımızı, bir vefasızlığın içinde ise merhametimizi keşfetmez miyiz? Her ilişki, iç dünyamıza bir harf daha eklemez mi? bizi biraz daha tamamlamaz mı? Bizi biraz daha olgunlaştırmaz mı?
Belki de bu yüzden, insanlar hayatımızdan gittiğinde geriye sadece sessizlik kalmaz. O sessizlikte birçok ses yankılanır: Bir zamanlar söylenmiş bir cümle, birlikte gülünmüş bir an, paylaşılmış bir sır gibi geriye, onların bizde bıraktığı izler kalır. Ve bu izler, zamanla bizim hikâyemizin ayrılmaz parçaları olur.
Bu sayede yaş ilerledikçe kabullenmeyi öğreniriz. İnsanları kaybetmenin kaçınılmaz olduğunu, her ilişkinin sonsuza kadar sürmeyeceğini anlarız. Bu farkındalık önce biraz acıtır, ama sonra bir bilgelik gibi yerleşir içimize. Artık biliyoruzdur ki ilişkiler bir sahiplik değil, bir yolculuktur. Bu yolculukta kimileri kısa bir süreliğine yanımızda yürür, kimileri uzun yıllar. Ama hepsi, sonunda bizi olduğumuz yere ulaştıran insanlar olurlar.
Ve belki de hayatın en güzel yanı da budur: İnsanlar gelirler, iz bırakırlar ve giderler. Bizse, o izlerle şekillenir, o izlerle büyür, o izlerle hatırlarız kim olduğumuzu. O insanların hatırası ya da bir sesin yankısı değildir sadece geride kalan, onların bizde açtığı yeni pencerelerdir. İnsanlar gider ama bizi büyüten, değiştiren cümleleri hep kulağımızda kalmaz mı?
o yüzdendir ki; “ İnsan şartlarının ürünüdür.” Sözünde ki şartlardan biriside hayatımıza giren insanlar ve onlarla iletişimizde olardan neler aldığımızdır.
Saygılarımla. A. Tufan Güven.